22 Tem 2010

Hayata Siyah Beyaz Bakmak..

Cefakar "Toon Army"
+Welcome to the toon.
-What's the toon?
-It's where the Geordies live.
+What's a Geordie?
-Someone who lives in the toon.

Scout Glenn Foy ile genç Meksikalı Santiago Muñez arasındaki bu diyalog [Goal! The Dream Begins] İngiltere’nin kuzeyinde yaşayan halkın, kendilerini adanın geri kalanından ayıran özelliklerini en sade şekliyle ortaya koyuyor aslında.. Halkın 1892 yılında doğan aşkları da bir başka haliyle..

Newcastle United, Newcastle East End ve Newcastle West End adlı iki yerel takımın birleşmesiyle doğan bir takım.. 1950’lerde ligde fırtına gibi esen, 1980’lerde düşüşe geçen, 90’larda ise “tanrı”ları ile yeniden kendini bulan ekip, son yıllarda “Failure United” olarak anılsa da, ligin en büyük 3. stadyumu olan St. James’ Park her maç doluyor. Toon Army bu takımın siyahına da aşık beyazına da.. Takımın son büyük başarısını 1969 yılında kazanmış olmasının hiçbir önemi yok. Takımın önceki sene Coca Cola Championship’e düşmesinin seyircileri etkilememesi de, 2008-2009 sezonunun son maçında, Villa Park’ta takımın küme düşmesi kesinleştikten sonra “Proud to be a Geordie! We will support you ever more!” pankartının açılması da bundan kaynaklanıyor.. Bu “başka türlü sevgi”den..

Takımın başına ne geldiyse yönetimlerinden geldi aslında.. Yapılan hatalı transferler, tutarsız uygulamalar ve iç çatışmalar yüzünden ligde iki ayrı dönemde zirveye oynayan ekip tarumar oldu. İlk Keegan dönemi (1992-1997) ve rahmetli Sir Bobby Robson döneminde (1999-2004) “rüya gerçek olacak” dediysek de [özellikle 94-97 ve 2002-2004 arası] mutlu sona hiç ulaşamadı Newcastle United.

İt dalaşı!
Özellikle sorunlu oyuncuların transferleri bunda büyük pay sahibi oldu. Bir takımda toplanabilecek en problemli isimler bir araya getirildi. Leed United’ın serseri tayfası Bowyer, Woodgate ve Smith ayrıca Bellamy, Barton ve Dyer gibi isimler sürekli sorunlar çıkardı. 2005 yılında Lee Bowyer ile Kieron Dyer’ın saha ortasında birbirlerini parçalamaları sürpriz değildi kısacası. Guivarc'h, Titus "Tractor" Bramble, John Dahl Tomasson, Hugo Viana, Jean Alain Boumsong, Albert Luque, Scott Parker gibi isimlere harcanan para ve bir türlü verim alınamaması da cabası.

2007’de Ashley’nin takımı satın alması, taraftarlar arasında “zengin bir Newcastle United fanatiği iş adamının her şeyini takımına adayacağı” fikriyle iyi karşılanmıştı. Ashley deplasmanlarda uğurlu “17” numaralı formayla taraftarların arasında maç izlediği bile olmuştu. “King Kev”i takımın başına getirmesinin ardındansa herkes “tamam bu iş” demişti.

Maalesef olaylar tam aksi yönde gelişti. Ashley, kulübe görüp görebileceği en karanlık günleri yaşattı. Kastım sportif başarısızlık değil.. Tamam, takım sportif açıdan da rezalet günler geçirdi ama maddi olmayan değerlerin zarar görmesi daha acıydı..

Mike Ashley’nin takımın sportif direktörlüğüne Dennis Wise’ı ataması verdiği onlarca berbat kararın içinde belki de en kötüsü oldu.. Kabusun başlangıcı olarak kabul edilen döneme ve sonrasına kısaca bir göz atalım..

Derek Llambias isimli zat peydahlanıverdi bir anda. “PR yapacağım diye göz çıkarma sanatı”nda ne kadar başarılı olduğunu cümle aleme kanıtladıktan sonra Dennis Wise çıkageldi. Önce King Kev ile atıştı, ardından Kev’in “satılmasın” diye rapor verdiği James Milner’ı Villa’ya verdi. Herkes Ashley’nin Wise’ı kesip biçeceğini beklerken “ben bir iş adamıyım ve karlı bir alışverişi değerlendirmek durumundayım,” açıklamasıyla şoke oldu.

Sonra Kevin Keegan istifa etti, takımla davalık oldu, (Keegan’ın istifa mektubunu vereceği bir muhatap bile bulamadığı konuşuldu o günlerde) Keegan’ın yerine gelen Kinnear takımdaki hemen herkesi idmanlarda sakatladıktan sonra kendini de sakatladı ve geçirdiği kalp spazmının ardından görevinden ayrıldı.. Takımın “serbest düşüş”ü sürerken gider kalemlerini kısmak adına birçok isim satış listesine konuldu. Son umut olarak Alan Shearer’ı takımın başına getiren yönetim, Shearer 8 maçtan ancak 5 puan çıkarabilince çaresizce kaderine boyun eğdi. 4 sezonda 4 kaptan, 5 de teknik direktör değiştiren bir takımın bu kaderden kaçması mümkün değildi zaten..

Eski güzel günlerden bir kare..
Solda tribün şöhretlerinden "Beefy", sağda Mike Ashley..
Tepkiler çığ gibi büyüdü. Ashley, “Ailemin Newcastle’da güvenli bir hayat sürmesi mümkün değil,” dediğinde ise film koptu. O zamana kadar kendini tutan taraftar bu son damlayla işi kulüp binasını basmaya kadar vardırdı. Kolay değildi, zira takım küme düşmüş, en iyi oyuncular satılmıştı. Alan Shearer ve King Kev efsanelerinin adları lekelenmiş, üstelik taraftar da basın önünde vandal ilan edilmişti. Hepsinin ötesinde takımın sahibi, taraftarın aşkını karşılıksız bırakmış, siyah beyazlı ekibe sadece bir “kar merkezi” olarak baktığını bizzat kendi ağzıyla açıklamıştı. Saksağanların yaklaşık 120 yıllık evi olan stadyumun kağıt üzerindeki adı değişmiş (sportsdirect.com St James' Park Stadium) hatta, doğu tribünü üzerindeki NEWCASTLE UNITED yazısının sökülüp Ashley’nin şirketi olan Sports Direct yazılacağı bile gündeme gelmişti..

Şahsen bu dönemde canımı en çok yakan şey takımın sembol isimlerinden ve İngiltere liglerinin en iyi kalecisi diyebileceğim Shay Given’ın “we are shit and i’m sick of it” diyerek takımdan ayrılması oldu.. Bu olay inançların tükendiğinin, umutların heder olduğunun kanıtıydı adeta..

Tarihi bir yönetim felaketine imza atıp kulübü bir an önce elinden çıkarmaya çalışan Ashley ise 130 milyon GBP’den açtığı fiyatı 80 milyona çekmesine rağmen müşteri bulamadı. Bir dönem Arap müşteriler olduğu söylentileri çıksa da hemen ardından Mike Ashley’nin “müşteri”lerine verdiği randevuları iptal ettiği, hatta iptal bilgisi bile vermeden otel lobisinde saatlerce beklettiği söylendi.

Şimdi, Ashley geri planda duruyor ve işler göreli olarak iyi gidiyor. Michael Owen, Oba Martins, Sebastien Bassong, Habib Beye, Damien Duff gibi yüksek maaşlı ama düşük verimli isimler takımdan ayrıldı. Finansal açıdan sıkıntılar azaldı, genç oyuncular kendilerini gösterme şansı buldu. Peter Lovenkrands ve “Genç Andy” (Carroll) gerçekten çok iyi iş çıkardı. Savunmanın göbeğinde oynayan Taylor arka tarafı topladı. Jonas “Spidey” Gutierrez ve Fabio Coloccini gibi isimler tecrübeleriyle takıma destek oldu. Takım, gol ve puan rekoru kırarak Championship’te şampiyon oldu.

Hayata siyah beyaz gözlerle bakan bu taraftar çok acı çekti.. Şimdi ise takım tekrar ait olduğu yerde, Premier League’de.. Ama bence tünelin ucu hala karanlık.

Ashley’nin, “zarar etmemek” adına transfer yapmaktan kaçacağı açık. Temmuz ortasına geldik, açıklanan tek transfer Nottingham Forest’tan alınan savunma oyuncusu James Perch.. Hughton Championship’te harika iş çıkardı ama kısa süren Tottenham macerası dışında Premier League tecrübesi yok. Barton ve Smith takımda hala sorun çıkarıyor.. Takımın iki iyi ismi Taylor ile Carroll idmanda kavga etti ve gelecekleri belirsiz. (Kavga haberi kulüp tarafından yalanlandı ama aynı idmanda Carroll çenesinden, Taylor ise elinden sakatlandı.. Çok ilginç..) 2010-2011 sezonunda İlk 10’u başarı olarak kabul edeceğim..

Yine de aslanlı lig seni özledi be saksağanım! Evine hoş geldin!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder