14 Tem 2010

Bitmeyen sevda..

Alt yapısından yetiştiği kulübün forması üzerine yapışan futbolculara bayılıyorum. Takımının iyi gününde kötü gününde hep orada oluyorlar.. Tarihi yaşıyor, zaman zaman yazıyorlar.. Kaptan, koç, teknik direktör ve hatta hatta başkan oluyorlar.. Takımın büyüklüğünün önemi olmaksızın taraftarın gözünde ilahlaşıyorlar.. Taraftarın onlara, onların formalarına sevdası hiç bitmiyor..

Aslına bakarsanız zor bir iş bu.. Öncelikle büyük bir sakatlık geçirmemesi gerekiyor futbolcunun.. Bunun yanında hele hele büyük bir takımda oynuyorsa formunu hep en üst seviyede tutmak zorunda.. Gelen giden teknik direktörlerle iyi anlaşmak, değişen yönetimlerden etkilenmemek durumunda.. Baş döndürücü transfer tekliflerini de yabana atmamak gerek.. Sanırım formalarına duydukları aşk sayesinde başarıyorlar bu işi..

Düşünsenize, aşkı tattığınız formayı dolu dolu giyebilmek için her zaman iyi olmak zorundasınız.. Zira sadece sadakat takımda kalmak için yeterli olmuyor çoğu zaman.. Mesela yakın geçmişte, Sir Alex Ferguson, Gary’yi takımda tutarken Phil Neville ile yollarını ayırdı.. Büyük ölçekli takımların “sadakat”e değil “istatistik”lere bakması doğal karşılanabilir tabii.

Günümüz futbolunun “transfer çılgınlığı” curcunasında örnekleri giderek azalsa da hala var böyle oyuncular. Deli kaleci Marcos, Gary Neville, Francesco Totti, Paul Scholes ve Ryan Giggs ilk aklıma gelenler.. Hepsi de kariyerinin sonlarında.. Hepsi de takımlarının formalarını en az 15 yıldır giyiyor.. Hatta Giggs’in bu sene 20. yılı doluyor! (Beckham, yukarıdaki fotoğrafa bakıp kaç kere ağlamıştır acaba?)

Geçtiğimiz sene emekli olan Paolo Maldini’ye ayrı bir paragraf açmak şart. Belki de ayrı bir yazı yazmam gerekiyor.. 10 yaşında kapısından içeriye adım attığı Milan tesislerinden 41 yaşında çıktı.. Böylesi bir sadakate saygı duymaktan başka ne yapılabilir?

Kimisi bu futbolcuları profesyonel olmamakla suçluyor. Kimisi “rahat ettikleri ve çiftliklerini kurdukları” için takımlarını terk etmediğini savunuyor. Ben tam aksi noktadayım. Bir adam AC Milan formasını 31 yıl terletiyor, dünyanın zirvesindeyken kendisine gelen milyonluk transfer tekliflerini elinin tersiyle itiyor ve forması altında onlarca başarıya imza atıyorsa konuşmanın ve eleştirmenin alemi yoktur.. O adam iyidir, başarılıdır, dahası takımına aşıktır.. Çok basit aslında.. Sadece orada olmak, o formayı giymek istiyordur.. Hepsi bu..

Tony Adams, Matthew Le Tissier, Lars Ricken.. Say say bitmez.. Hepsi için sayfalarca yazı yazılabilir, binlerce kelime sarf edilebilir.

Bir futbolcunun formasının emekli edilmesinin, jübilesinde on binlerin gözyaşlarına boğulmasının, fanatik taraftarların çocuklarına o futbolcunun adını vermesinin bedeli nedir? Hangi Abramovich satın alabilir bunu?

Futbolu bu kadar sevmemin sebeplerinden biri de bu işte.. Bu işin içinde ne kadar para dönerse dönsün hala duygulara yer var.. Olmaya da devam edecek.. En azından böyle ümit ediyorum..

Steven Gerrard’ı Liverpool’dan Ledley King’i Tottenham’dan ayıracak babayiğitleri de merak etmiyor değilim tabii..

Bizde de var elbette böyle deli aşıklar.. Sanlı Sarıalioğlu, Baba Hakkı, Rıza Çalımbay, Müjdat Yetkiner, Turgay Şeren ve elbette takımının bir jübileyi bile çok gördüğü, UEFA Kupası Finalinde çıkık omzuyla Henry ve Berkamp ile boğuşan Bülent Korkmaz.. Aralarında kötü anılan bir tanesi bile var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder