8 Eyl 2010

Whose Hiddink?

Çok ilginç bir kariyer Hiddink’inki. Doğup büyüdüğü kültürün çok uzağında, Uzak Doğu’da, Okyanusya’da, Rusya’da milli takımlar seviyesinde teknik adamlık yaptı ve hep başarılı oldu. Pek de parlak olmayan bir futbolculuk kariyerinin ardından üzerine geçirdiği takım elbisesi ile PSV ile müthiş başarılara imza atsa da asıl süksesini “dünya vatandaşı” olmayı başararak yaptı.

Euro 96’da ülkesinin milli takımıçeyrek finale taşıdı, Fransa 98’de ise yarı final oynattı. 2002 Dünya Kupası’nda yerkürenin şaşkın bakışları arasında futbola uzak bir ülkeyi, ev sahibi Güney Kore’yi yarı finale taşıdı. Yetmedi 2006’da Avustralya’ya tarihinde bir ilki yaşatarak 2. tura taşıdı. Yine yetmedi 2008’de Rusya ile turnuvada fırtınalar estiren kendi ülkesini ezdi geçti ama yarı finalde şampiyon İspanya’ya takıldı.

Dilini, adetlerini, futbol anlayışlarını bilmediği ülkelerde önce eleştirildi, ardından alkışlandı. Hiçbir ayrılığı “problemli” olmadı, hep profesyoneldi. Takımlarıyla fazla ilgilenmemekle, milli takımını yönettiği ülkede fazla bulunmamakla suçlandı, hatta bazen kız arkadaşları yüzünden eleştirildi ama hep işine odaklandı ve hep kazandı.

Şimdi bizim milli takımı yönetiyor. Eleştiriler başladı bile. “Eski oyuncuları çağırıyor”, “Oğuz Çetin’in etkisinde kalıyor”, “Türkiye’ye haftanın sadece 2 günü geliyor”, kalan zamanlarda geziyor”, “futbolcularla çok mesafeli”, “bu kadar parayı hak ediyor mu?”..

Şahsi kanaatim böylesi bir “değişim” in milli takım seviyesinde gerekli ve Hiddink tercihinin yerinde olduğu yönünde. Hiddink kendisini uluslar arası platformda defalarca kanıtlamış bir teknik adam. Bununla birlikte milli takımımızda eksikliği hissedilen “profesyonel yaklaşım”ı benimsediği ve çalıştırdığı takımlarda uygulattığı bir gerçek. “Kesseler acımaz!” dönem(ler)inin ardından “kademeye düzgün girin, top şişirmeyin” yaklaşımının bize ilaç gibi geleceğini düşünüyorum.

Beni en çok umutlandıran olay ise Hiddink’in beyanatları. “2012’ye zaten katılacağız, mesele gençleri getirmek ama şu an için daha tecrübeli bir ekip tercih ediyorum,” ne kadar güzel bir cümledir. Kendine güven, planlanmış bir strateji ve mantık bir arada! “Ömer Erdoğan iyi bir oyuncu ama aynı özelliklerde daha genç biri olsaydı onu tercih ederdim,” açık sözlü bir geniş görüşlülük beyanı.

Gördüğüm ve anladığım kadarıyla Hiddink’in futbolunda dil, din, adet gibi detayların yeri yok. O sadece işini yapmayı seviyor ve geri kalan hiçbir şeyi umursamıyor. Gittiği ve başarılı olduğu tüm ülkelerde insanlarla mesafesini koruyor, milli marş okuma yalakalığını yapmıyor. Ardından kimse “bizim Hiddink’imiz” demiyor, diyemiyor.

Bize çok “başka” olan bu bakış açısının ve davranış biçiminin özellikle orta/uzun vadede ikinci bir Piontek dönemine dönüşeceğini düşünüyorum.

Yine de, yeterli sabrı gösterebileceğimizden emin olamıyorum.