23 Tem 2010

Şimdi Neredeler -Kısım VIII- [Beşiktaş Özel]

Beşiktaş taraftarı ile bazı futbolcular arasında "farklı" bir şeyler vardır.. Bu "şey"lerin futbolcunun performansı ile çoğu zaman alakası olmamıştır.. Futbolcunun bir mimiği, bir hareketi bile bu hisleri tetiklemeye yeterli olabilir.. Taraftarına koşarken gözleri ışıl ışıl parlayan Ronaldo'yu, Alan Smith'e çaktığı yumruğun ardından "sahada kartal gibi çarpışmıyorduk," diyen Pascal'ı nasıl unutsun bu taraftar?

"Şimdi Neredeler" serisinin 8. halkası, siyah beyazlı formayı az ya da çok terleten ama o elektiriği yakalayıp taraftarın hep bir başka hatırladığı futbolcular için geliyor..

Not 1: Listede herhangibir sıralama kıstası yoktur. Tamamen rastsal bir sıralama mevcuttur.
Not 2: Pascal'ı yazmaya gerek bile yok.. O zaten bizim kanımız, canımız.. Gözümün bebeği Stefan Kuntz için ise daha önceden bir iki satır yazmıştım.. Buradan ona da ulaşabilirsiniz..


Daniel Amokachi
Beşiktaşlı taraftarların hala adını hasretle andığı güzel anıların insanı. Taraftarın ruhunu ateşleyen "siyahi İlhan Mansız".. Üç sezon giydiği Beşiktaş forması altında sergilediği harika performans onu yarı yolda bırakan dizi yüzünden sona erdi.

Amokachi, Beşiktaş tarihinin 2000'inci golünü atan oyuncudur. Bununla birlikte "Şampiyonlar Ligi" organizasyonunun tarihindeki ilk gol de 1992 yılında o dönem Club Brugge forması giyen Daniel Amokachi'nin ayağından gelmiştir.

Gördüğü bir kırmızı kartın ardından kendisine uzatılan mikrofona, "He told me i*ne. If he tells me i*ne, then i tell him to fuck off!" demesi de unutulmazdır.

Amokachi 2005 yılında emekli oldu.. Bir dönem teknik direktörlük de yaptı. Şimdi Nijerya Milli Takımı'nın yardımcı hocası..

Kısacası, HEPİMİZ NİJERYALIYIZ!


Markus Münch
1999 yılında ülkemize gelen ve DML bizi kavramıyla tanıştıran Münch iki yıl sonra ülkemizden ayrıldı.

Onu Beşiktaş'tan gönderen isim, futbolcu yeteneklerini süzmek konusunda rakip tanımayan ve "İbrahim Üzülmez varken Münch'e gerek yok," diyen Christoph Daum oldu..

Temiz ama sert oyunu, bindirmeleri, harikulade sol ayağı ve efendiliği ile gönüllerde taht kuran Münch, İnönü Stadyumu çimlerine 2003 yılında, 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen gösteri maçında bir kez daha çıktı ve herkesi yine mest etti.

Bu efendi adamın Beşiktaş forması içinde bir şampiyonluk görememediğini düşündükçe içim hala cız eder..  Şimdilerde ortalarda gözükmüyor.. Alman sitelerinde bir iki köşe yazısına rast gelmiştim..

Bu taraftar seni unutmadı Markus!

Les Ferdinand
Sadece bir sezon o da kiralık olarak oynadı Beşiktaş'ta.. Buz gibi, havalı bir İngiliz forvet değil, yanık teniyle bizden biri, "Ferdi" oluverdi bir anda.. 1989 yazında QPR'ye geri döndüğünde ise yarım kalan bir aşk hikayesine dönüştü. Büyüdü, yıldız oldu.. Premier League tarihinin önemli isimleri arasına girdi.. Sayısız ödül aldı, başarılara imza attı..

"Bir insan, dahası bir yabancı sadece 1 sene kaldığı bir takımda ne kadar iz bırakabilir ki?" diye soranlara diyorum ki; koşun hemen yoldan bir Beşiktaşlı çevirin. Ona Les Ferdinand'ı sorun.. Yüzündeki ifadeye bakın..

Ferdi şimdi emekli.. Tottenham Hotspur'un genç forvetlerine gol atmayı öğretiyor..




Miroslav Karhan
Nevio Scala'nın ülkemize getirdiği bu adam Beşiktaş formasını sadece bir sezon giydi. Markus Münch ile gösterdiği uyum hala rüyaları süslüyor..

Beşiktaş'ta hem sağ bek, hem libero, hem savunmaya yönelik orta saha hem de DMR olarak forma giydi, her mevkide de başarılı oldu.. 2 numara ona çok yakıştı..

Futbol hayatına hala Mainz'da devam ediyor. Ülkesinin milli takımının da kaptanı.. Geçtiğimiz gün, Panini’nin 2010 Dünya Kupası çıkartma albümünde yüz yüze geldik kendisiyle.. Gülümsedim..


Antonio Carlos Zago
Beşiktaş'a Serie A'dan, Roma'dan 33 yaşında geldi. 30 numaralı formasını iki yıl terletti.

Sert oyununa rağmen iyi huylu bir yapısı vardı. Beşiktaş dergisi için yüzünü siyah Beyaza boyayabilecek kadar seviyordu takımı.. Taraftarı selamlamadan sahaya girmez, tribüne uğramadan çıkmazdı. Ronaldo ile sağladığı uyum ise takdire şayandı.

Beşiktaş'tan sonra Santos ve Juventude formaları giydi.. Sonrasında São Caetano'da teknik direktörlük yaptı. Şimdi Palmerias'ın başında Cassio Linconln'e hocalık yapıyor..


Fani Madida
Beşiktaş taraftarı pek çok siyahi oyuncuya bağlandı ama Fani Madida başkaydı..

Şut çekemezdi ama hızlıydı.. Metin Ali Feyyaz'a sayısız gol attırdı.. Derbi maçlardaki performansları ile birçok tezahürata ilham kaynağı oldu. Atom Karınca'nın yerini başarıyla doldurdu.. (Çok sevdiğim bir dostumun eleştirisi üzerine eklemek isterim ki; "Rıza Çalımbay'ın yerini doldurmak"tan kastım, Çalımbay'ın Madida'nın gelişinden sonraki dönemde sağ kanattan ortaya geçmesi ve takıma forvet olarak alınan Madida'nın sağ kanatta oynamasına rağmen hiç aksamamasıdır.)

Ülkesine dönmek istediğini açıkladıktan sonra Beşiktaş'tan ayrıldı ama ilginç bir kararla Antalyaspor ile anlaştı. Sonraki yıllarda Antalya-Bursa arasında mekik dokuyan Madida, 2000 yılında emekli oldu.

Dünya Kupası'nda ise Güney Afrika’da Parreria'nın yardımcılığını yaptı..



Federico Giunti
1971 doğumlu Giunti, Beşiktaş'a kiralık olarak geldi. 18 ay kaldığı İstanbul'da tertemiz oyunuyla gönüllerde taht kurdu. Düz oyunu ile "istikrar" kelimesinin ayaklı simgesi oldu.

Türkiye liglerinde oynayan ilk İtalyan futbolcu olarak tarihe geçti. Daniel Gabriel Pancu ve Tayfur Havutçu ile kurduğu birliktelik başarıyı da beraberinde getirdi.

"Süper teknik" olmadığı için değeri fazla bilinmedi ve kadroya kesin olarak katılması için girişimde bulunulmadı.

İtalya dışında top koşturduğu tek takım olan Beşiktaş'tan sonra tekrar evine döndü ve Bologna ile anlaştı. Halen yeşil sahalarda ve Treviso forması giyiyor.

Zlatko Iankov
Sırtında bir "Yankov" bir "Iankov" yazardı maçlarda.. Gösterişsiz oynardı ama işini kusursuz yapardı. Federico Giunti'ye kadar yerini doldurabilen olmadı bu Bulgar DMC'nin.

Milli takımda uzun bir süre Letchkov ile birlikte Ivankov, Kostadinov ve Stoichkov'un arkasını topladı. (Ki Iordan Letchkov da sonradan Beşiktaş'a getirildi.)

1998 yılında takımdan gönderildi ve Adanaspor ile anlaştı. Sonrasında ülkesine döndü.. Birkaç sene sonra Vanspor ve Gençlerbirliği forması giyse de asla eski günlerine dönemedi. 2002 yılında emekli oldu. Şimdi doğduğu kent Burgaz'da bir futbol takımında sportif direktörlük yapmakta..


Ronaldo Guiaro
Zaman zaman attığı kritik gollerle (Fenerbahçe ve Sparta Prag maçlarını unutamam) takımını taşıyan, efendi, sağlamcı, pas yüzdesi yüksek bir savunma oyuncusuydu. Takım içinde hiçbir soruna sebep olmamış, sürekliliğiyle herkese örnek olmuştu. Yanında Zago, arkasında Cordoba ile harika bir uyum sergilemişti.

Ronaldo, Beşiktaş formasını son kez 2005 Mayıs'ında giydi. Sonrasında eline birkaç yüz bin dolar tutuşturularak karga tulumba gönderildi takımdan. Beşiktaş forması ile en çok sahaya çıkan yabancı oyuncu unvanını da halen elinde bulunduran Ronaldo futbol hayatına Ege'nin karşı kıyısında, Aris'te devam ediyor.


Oscar Cordoba
Luce'nin Beşiktaş'a kazandırdığı en büyük değerlerden biri olan Cordoba, 4 yıl terlettiği formasını büyük acılar içinde terk etti. Galatasaray'a kaptırılan şampiyonluk sonrası şike yaptığı iddia edildi ve kariyeri boyunca en çok formasını giydiği takımdan kalbi kırık bir şekilde ayrıldı.

Çoğu zaman kaleci mi son adam mı olduğu anlaşılamayan, tekniği yüksek (ki bir dönem Sergen'den sonra takımdaki en teknik adamdı) cesur ve degajları ayağa giden (Chelsea galibiyetini hatırlayalım) bu enteresan kaleci emekli olduğu güne dek milli takım formasını sırtında taşıdı.

Beşiktaş'tan sonra Antalyaspor ile anlaştı. 2007 sezonu sonunda emekli olduğunu açıkladı ama hemen ardından ülkesinin Deportivo Cali takımı ile anlaştı. 2009 yılında ise nihai emekliliğini açıklayan Cordoba şu anda ülkesinde TV programlarında boy göstermekte..

22 Tem 2010

Hayata Siyah Beyaz Bakmak..

Cefakar "Toon Army"
+Welcome to the toon.
-What's the toon?
-It's where the Geordies live.
+What's a Geordie?
-Someone who lives in the toon.

Scout Glenn Foy ile genç Meksikalı Santiago Muñez arasındaki bu diyalog [Goal! The Dream Begins] İngiltere’nin kuzeyinde yaşayan halkın, kendilerini adanın geri kalanından ayıran özelliklerini en sade şekliyle ortaya koyuyor aslında.. Halkın 1892 yılında doğan aşkları da bir başka haliyle..

Newcastle United, Newcastle East End ve Newcastle West End adlı iki yerel takımın birleşmesiyle doğan bir takım.. 1950’lerde ligde fırtına gibi esen, 1980’lerde düşüşe geçen, 90’larda ise “tanrı”ları ile yeniden kendini bulan ekip, son yıllarda “Failure United” olarak anılsa da, ligin en büyük 3. stadyumu olan St. James’ Park her maç doluyor. Toon Army bu takımın siyahına da aşık beyazına da.. Takımın son büyük başarısını 1969 yılında kazanmış olmasının hiçbir önemi yok. Takımın önceki sene Coca Cola Championship’e düşmesinin seyircileri etkilememesi de, 2008-2009 sezonunun son maçında, Villa Park’ta takımın küme düşmesi kesinleştikten sonra “Proud to be a Geordie! We will support you ever more!” pankartının açılması da bundan kaynaklanıyor.. Bu “başka türlü sevgi”den..

Takımın başına ne geldiyse yönetimlerinden geldi aslında.. Yapılan hatalı transferler, tutarsız uygulamalar ve iç çatışmalar yüzünden ligde iki ayrı dönemde zirveye oynayan ekip tarumar oldu. İlk Keegan dönemi (1992-1997) ve rahmetli Sir Bobby Robson döneminde (1999-2004) “rüya gerçek olacak” dediysek de [özellikle 94-97 ve 2002-2004 arası] mutlu sona hiç ulaşamadı Newcastle United.

İt dalaşı!
Özellikle sorunlu oyuncuların transferleri bunda büyük pay sahibi oldu. Bir takımda toplanabilecek en problemli isimler bir araya getirildi. Leed United’ın serseri tayfası Bowyer, Woodgate ve Smith ayrıca Bellamy, Barton ve Dyer gibi isimler sürekli sorunlar çıkardı. 2005 yılında Lee Bowyer ile Kieron Dyer’ın saha ortasında birbirlerini parçalamaları sürpriz değildi kısacası. Guivarc'h, Titus "Tractor" Bramble, John Dahl Tomasson, Hugo Viana, Jean Alain Boumsong, Albert Luque, Scott Parker gibi isimlere harcanan para ve bir türlü verim alınamaması da cabası.

2007’de Ashley’nin takımı satın alması, taraftarlar arasında “zengin bir Newcastle United fanatiği iş adamının her şeyini takımına adayacağı” fikriyle iyi karşılanmıştı. Ashley deplasmanlarda uğurlu “17” numaralı formayla taraftarların arasında maç izlediği bile olmuştu. “King Kev”i takımın başına getirmesinin ardındansa herkes “tamam bu iş” demişti.

Maalesef olaylar tam aksi yönde gelişti. Ashley, kulübe görüp görebileceği en karanlık günleri yaşattı. Kastım sportif başarısızlık değil.. Tamam, takım sportif açıdan da rezalet günler geçirdi ama maddi olmayan değerlerin zarar görmesi daha acıydı..

Mike Ashley’nin takımın sportif direktörlüğüne Dennis Wise’ı ataması verdiği onlarca berbat kararın içinde belki de en kötüsü oldu.. Kabusun başlangıcı olarak kabul edilen döneme ve sonrasına kısaca bir göz atalım..

Derek Llambias isimli zat peydahlanıverdi bir anda. “PR yapacağım diye göz çıkarma sanatı”nda ne kadar başarılı olduğunu cümle aleme kanıtladıktan sonra Dennis Wise çıkageldi. Önce King Kev ile atıştı, ardından Kev’in “satılmasın” diye rapor verdiği James Milner’ı Villa’ya verdi. Herkes Ashley’nin Wise’ı kesip biçeceğini beklerken “ben bir iş adamıyım ve karlı bir alışverişi değerlendirmek durumundayım,” açıklamasıyla şoke oldu.

Sonra Kevin Keegan istifa etti, takımla davalık oldu, (Keegan’ın istifa mektubunu vereceği bir muhatap bile bulamadığı konuşuldu o günlerde) Keegan’ın yerine gelen Kinnear takımdaki hemen herkesi idmanlarda sakatladıktan sonra kendini de sakatladı ve geçirdiği kalp spazmının ardından görevinden ayrıldı.. Takımın “serbest düşüş”ü sürerken gider kalemlerini kısmak adına birçok isim satış listesine konuldu. Son umut olarak Alan Shearer’ı takımın başına getiren yönetim, Shearer 8 maçtan ancak 5 puan çıkarabilince çaresizce kaderine boyun eğdi. 4 sezonda 4 kaptan, 5 de teknik direktör değiştiren bir takımın bu kaderden kaçması mümkün değildi zaten..

Eski güzel günlerden bir kare..
Solda tribün şöhretlerinden "Beefy", sağda Mike Ashley..
Tepkiler çığ gibi büyüdü. Ashley, “Ailemin Newcastle’da güvenli bir hayat sürmesi mümkün değil,” dediğinde ise film koptu. O zamana kadar kendini tutan taraftar bu son damlayla işi kulüp binasını basmaya kadar vardırdı. Kolay değildi, zira takım küme düşmüş, en iyi oyuncular satılmıştı. Alan Shearer ve King Kev efsanelerinin adları lekelenmiş, üstelik taraftar da basın önünde vandal ilan edilmişti. Hepsinin ötesinde takımın sahibi, taraftarın aşkını karşılıksız bırakmış, siyah beyazlı ekibe sadece bir “kar merkezi” olarak baktığını bizzat kendi ağzıyla açıklamıştı. Saksağanların yaklaşık 120 yıllık evi olan stadyumun kağıt üzerindeki adı değişmiş (sportsdirect.com St James' Park Stadium) hatta, doğu tribünü üzerindeki NEWCASTLE UNITED yazısının sökülüp Ashley’nin şirketi olan Sports Direct yazılacağı bile gündeme gelmişti..

Şahsen bu dönemde canımı en çok yakan şey takımın sembol isimlerinden ve İngiltere liglerinin en iyi kalecisi diyebileceğim Shay Given’ın “we are shit and i’m sick of it” diyerek takımdan ayrılması oldu.. Bu olay inançların tükendiğinin, umutların heder olduğunun kanıtıydı adeta..

Tarihi bir yönetim felaketine imza atıp kulübü bir an önce elinden çıkarmaya çalışan Ashley ise 130 milyon GBP’den açtığı fiyatı 80 milyona çekmesine rağmen müşteri bulamadı. Bir dönem Arap müşteriler olduğu söylentileri çıksa da hemen ardından Mike Ashley’nin “müşteri”lerine verdiği randevuları iptal ettiği, hatta iptal bilgisi bile vermeden otel lobisinde saatlerce beklettiği söylendi.

Şimdi, Ashley geri planda duruyor ve işler göreli olarak iyi gidiyor. Michael Owen, Oba Martins, Sebastien Bassong, Habib Beye, Damien Duff gibi yüksek maaşlı ama düşük verimli isimler takımdan ayrıldı. Finansal açıdan sıkıntılar azaldı, genç oyuncular kendilerini gösterme şansı buldu. Peter Lovenkrands ve “Genç Andy” (Carroll) gerçekten çok iyi iş çıkardı. Savunmanın göbeğinde oynayan Taylor arka tarafı topladı. Jonas “Spidey” Gutierrez ve Fabio Coloccini gibi isimler tecrübeleriyle takıma destek oldu. Takım, gol ve puan rekoru kırarak Championship’te şampiyon oldu.

Hayata siyah beyaz gözlerle bakan bu taraftar çok acı çekti.. Şimdi ise takım tekrar ait olduğu yerde, Premier League’de.. Ama bence tünelin ucu hala karanlık.

Ashley’nin, “zarar etmemek” adına transfer yapmaktan kaçacağı açık. Temmuz ortasına geldik, açıklanan tek transfer Nottingham Forest’tan alınan savunma oyuncusu James Perch.. Hughton Championship’te harika iş çıkardı ama kısa süren Tottenham macerası dışında Premier League tecrübesi yok. Barton ve Smith takımda hala sorun çıkarıyor.. Takımın iki iyi ismi Taylor ile Carroll idmanda kavga etti ve gelecekleri belirsiz. (Kavga haberi kulüp tarafından yalanlandı ama aynı idmanda Carroll çenesinden, Taylor ise elinden sakatlandı.. Çok ilginç..) 2010-2011 sezonunda İlk 10’u başarı olarak kabul edeceğim..

Yine de aslanlı lig seni özledi be saksağanım! Evine hoş geldin!!

21 Tem 2010

Şimdi Neredeler -Kısım VII-

Emmanuel Petit
Doğum tarihi / Yeri: 1970/Dieppe [Fransa]
Kariyeri:
1988-1997 - Monaco
1997-2000 - Arsenal
2000-2001 - Barcelona
2001-2004 - Chelsea

At kuyruğu yaptığı sarı saçlarıyla hafızalarımızda yer eden bu adam, Monaco'da oynadığı 9 sezon boyunca savunmanın göbeğinde yer aldı. Arsenal'e transferinin ardından Arsene Wenger'in savunmaya dönük orta saha olarak görev verdiği Petit, Vieria ile müthiş bir ikili oluşturdu.

Monaco'daki son sezonunda Kupa Galipleri Kupası finalini kaybeden Petit'in benzer bir acıyı Arsenal'de de yaşadığını hatırlatmak gerek.. 1999-2000 sezonu, Petit'in UEFA Kupası finalinde Galatasaray'a boyun eğen Arsenal'deki son sezonuydu.

Barça'nın teklifi üzerine Marc Overmars ile birlikte İspanya'ya taşındı. Sakatlıklardan yakasını kurtaramayınca İngiltere'ye geri döndü ve Chelsea forması giydi. 2004 yılında emekli olan "Manu", sırtında hep 17 numarayı (Ziege de pek severdi bu numarayı) taşıdı.

Şimdilerde yeşil sahalardan uzakta bir hayat sürmekte..

Fabien Barthez
Doğum tarihi / Yeri: 1971/Lavelanet [Fransa]
Kariyeri:
1990-1992 - Toulouse
1992-1995 - Marsilya
1995-2000 - Monaco
2000-2004 - Manchester United
2004-2006 - Marsilya
2006-2007 - Nantes

Kariyerine Fransa'nın güneyinde başlayan Barthez, mor beyazlı forma içinde geçirdiği iki başarılı sezonun ardından Marsilya'ya transfer oldu. Marsilya'daki ilk sezonunda Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu tadan Barthez, Monaco'nun ardından "Peter the God"ın boşluğunu doldurabilmesi için Manchester United'a getirildi.

Kırmızı Şeytanlar ile çok sayıda başarı yaşayan Barthez, özellikle son sezonunda formdan düştü ve formasını Roy Carroll'a kaptırarak ülkesinin yolunu tuttu.

Birkaç sene daha futbol oynadıktan sonra ise 2007 yılında Landreau'nun (CM’de ne oynatırdım bu adamı ama parlamadı gitti bir türlü) ardından eldivenlerini devraldığı Nantes forması altında emekli oldu.

Özellikle Monaco yıllarındaki akıl almaz kurtarışları ile hatırlanan (ki 1998 yılında Lev Yashin'in onuruna verilen "Yashin Ödülü" ile şereflendirildi) Barthez, milli takım formasını da yıllarca başarıyla giydi. 1998 ve 2000 yılındaki Dünya ve Avrupa şampiyonluklarında kale Barthez'e emanetti.

Şu anda yeşil sahalardan uzakta, sakin bir hayat sürmekte..

Bu da, "saçlı Barthez nasıl olur ki?" diye merak edenler için..

Cafu
Doğum tarihi / Yeri: 1970/Sao Paulo [Brezilya]
Kariyeri:
1989-1994 - Sao Paulo
1995-1995 - Juventude
1995-1996 - Zaragoza
1996-1997 - Palmerias
1997-2003 - AS Roma
2003-2008 - AC Milan

Yıllar boyunca "dünyanın en iyi sağ beki" unvanını taşıyan Marcos Evangelista de Moraes, hemen her Brezilyalı gibi parladığı anda soluğu İspanya'da aldı. Aradığını bulamayan ve bir sene sonra evine dönen Cafu'nun Avrupa kıtasındaki ikinci durağı ise 6 yıl kaldığı Roma oldu. Sonrasında geçtiği AC Milan'da ise tam bir efsaneye dönüştü.

Hemen her uluslararası kupayı en az bir kere kazanan ve Brezilya tarihinin en çok milli olan futbolcusu olma onurunu taşıyan Cafu şimdilerde inzivaya çekilmiş durumda. Sir Alex Ferguson ise "Cafu bıraktığında ben de bırakacağım," lafını unuttu sanırım.

Önümüzeki sezon AC Milan'da koç olarak görev alacağı yönünde söylentiler mevcut..

Roberto Sensini
Doğum tarihi / Yeri: 1966/Arroyo Seco[Arjantin]
Kariyeri:
1986-1989 - Newell's Old Boys
1989-1994 - Udinese
1994-1999 - Parma
1999-2001 - Lazio
2001-2002 - Parma
2002-2006 - Udinese

23 yaşında adım attığı Seria A'dan 40 yaşında ayrılan bu "taş gibi" savunma oyuncusu İtalya (ve futbolculuk) kariyerini İtalya'daki ilk takımında sonlandırdı. 2006 yılındaki emekliliğinin ardından Udinese'de teknik direktör oldu ama sezonun sonunu göremedi. Arjantin'de Estudiantes'in başında da bir sezon görev yaptı. Şimdi, kariyerinin başladığı takımın başında kupa kovalıyor..

Joao Pinto
Doğum tarihi / Yeri: 1971/Porto [Portekiz]
Kariyeri:
1988-1990 - Boavista
1990-1991 - Atletico Madrileno
1991-1992 - Boavista
1992-2000 - Benfica
2000-2004 - Sporting Lizbon
2004-2006 - Boavista
2006-2008 - Sporting Braga

Portekiz'in altın neslinden olan Joao Pinto, Ricardo Sa Pinto, Rui Costa ve Luis Figo'nun da yardımıyla milli takımının bir dönem tartışmasız forveti oldu.

Özellikle Benfica yıllarında sergilediği harika performans, ona 3 kez üst üste "Portekiz'in en iyi oyuncusu" unvanını getirdi. Bu parlak görünüme rağmen asla bir dünya yıldızı olmayı başaramayan Joao Pinto, çoğu zaman, "kendini yere atan, paragöz ve gereksiz agresif," bir oyuncu olarak anıldı.

Joao Pinto 2008 yılında Braga ile yaşatığı tartışma sonucunda emekli oldu. (Daha doğrusu kontratı feshedildi ancak oynayacak bir takım bulamadı.)

Şimdilerde yeşil sahalardan uzakta..

Gaizka Mendieta
Doğum tarihi / Yeri: 1974/Bilbao [İspanya]
Kariyeri:
1991-1992 - Castellon
1992-2001 - Valencia
2001-2002 - Lazio
2002-2003 - Barcelona
2003-2008 - Middlesbrough

Bir dönemin en çok aranan adamı, 2000 ve 2001 yıllarında "Avrupa'nın en iyi orta saha oyuncusu" unvanına sahip olan Mendieta, Valencia'daki müthiş performansının ardından 48 milyon Avro bonservis bedeli karşılığında Lazio'ya transfer oldu. (…ve tarihin en büyük transfer fiyaskolarından birine dönüştü.)

Lazio'ya alışamayan ve önce Barcelona'ya ardından da Middlesbrough'a kiralanan Mendieta, 2003 yılında kiralık olarak geldiği boro formasını 2008 yılına kadar giydi. Boro forması altındaki performansı yaşadığı önemli sakatlıklar yüzünden kötü de olsa, Boro'nun lig kupasını kazanan kadrosunda yer almayı başardı.

En son maçını 2006 yılında oynayan ve 2 yıl boyunca kadroya giremeyip 2008 yılında kontratının bitimiyle birlikte emekli olan bu sarışın adam da yeşil sahalardan uzakta bir hayat sürmekte..

20 Tem 2010

At mı Jokey mi?

Jokey olmak için önce at olmanın gerekliliği tartışıladursun, atlıktan emekli olup jokeyliğe terfi edenlerin performansları zaman zaman tartışma yaratabiliyor.

Bir bakalım.. Greame Sounes.. Müthiş bir futbolcu, harika bir savaşçı.. Teknik direktör olarak ise Newcastle United ve Liverpool taraftarlarının favorisi olmadığı kesin.. Liverpool hala Souness’in açtığı yaraları sarmaya çalışıyor..

Bryan Robson.. Nam-ı diğer Robbo, Manchester United forması ile milyonlara hükmederken teknik direktörlük performansı ile soluğu Tayland’da aldı.. (İstatistiklere baktım, Tayland’ın başında çıktığı 7 maçta 2 galibiyeti var..)

Ruud Gullit.. Kariyerini anlatmaya gerek bile yok.. Teorik olarak teknik direktörlük kariyerini de öyle.. Rob Lee’de “liderlik yetisi görmediği” için kaptanlık bandını almaya bile cüret etti.. Alan Shearer’ı kenarda oturttu.. Doğal olarak 6. maçına bile çıkamadan evine gönderildi.. Şimdi mi? Bilmem?! En son ABD’ye gidecekti?

Hristo Stoichkov.. Bir Bulgar efsanesi.. Kariyeri başarılarla dolu.. Teknik direktör olarak ülkesinin milli takımının başına getirildikten 3 yıl sonra istifa etmek zorunda kaldı.. Bunda “taktik mi? taktiğe inanmam!” açıklamasının etkisi var mıdır bilemiyorum tabii..

Tony Adams.. Arsenal’in sembol ismi.. Emeklilikten sonra teknik direktör oldu.. Wycombe ve Portsmouth’da toplam 75 maça çıktı.. 16’sını kazandı.. Şimdi Azerbaycan taraflarında..

Bu listeyi uzatmak o kadar kolay ki.. Ama kısa keseceğim..

Elbette bu örneklerin “başarılı” versiyonlarını sunup bunu, aksi kariyer yollarından ilerleyen başarısız örneklerle desteklemek suretiyle bir antitez oluşturmak da mümkün..
Demek istediğim, esas soru “peki her attan jokey olur mu?” şeklinde olmalı.. Zira günümüzde elinizi sallasanız at emeklisi jokeye denk geliyor..

Bence bu daha önemli..

Şimdi Neredeler -Kısım VI-

Edgar Davids
Doğum tarihi / Yeri: 1973/Paramaribo [Sürinam]
Kariyeri:
1992-1996 - Ajax
1996-1997 - AC Milan
1997-2004 - Juventus
2004-2005 - Internazionale
2005-2007 - Tottenham Hotspur
2007-2008 - Ajax

Meşhur gözlüklerinden gözlerini göremediğiniz, rastalı saçları sağa sola savrulan ve üzerinize doğru son hızla koşan kan ter içinde bir Edgar Davids görürseniz ne yaparsınız? Önerim topu bırakıp ilgili bölgeden hızla uzaklaşmanız zira "bulldog" o topu sizden ya alacak ya da alacaktır.. Bırakın canınız acımasın..

Kariyeri boyunca hep üst düzeyde futbol oynamayı başarmış olan Davids, 1992 yılında Ajax'ta başlayan macerasını 2008 yılında yine Ajax'ta noktaladı. Yıllar süren kariyerinde sayısız kupa ve şampiyonluk kazandı. Milli takımına uzun yıllar hizmet etti, ödüller kazandı.

Güçlü fiziği, bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi ve hırsıyla hep ön planda kaldı. Glokomu kendisiyle özdeşleşen gözlükleriyle yendi, yoluna hep devam etti.

2008 yılında emekli olan Davids şu anda televizyonda maç öncelerinde yorumculuk yapmakta.

Not: Geçtiğimiz sene başında Gençlerbirliği'nin ilgilendiği o dönem Newcastle United forması giyen genç Kanadalı David Edgar'ı bir yerlerden duyan, üstelik "BOMBA" haber olarak manşetine taşıyan malum spor gazetemizi ve "Edgar Davids ile David Edgar aynı kişi değiller arkadaş," konulu e-postama "istihbaratımız sağlam, merak etmeyin," diye cevap veren spor gazetesi yetkilisini ayakta alkışlamayı borç bilirim..



Laurent Blanc
Doğum tarihi / Yeri: 1965/Ales [Fransa]
Kariyeri:
1983-1991 - Montpeiller
1991-1992 - Napoli
1992-1993 - Nies
1993-1995 - St. Etienne
1995-1996 - Auxerre
1996-1997 - Barcelona
1997-1999 - Marseille
1999-2001 - Internazionale
2001-2003 - Manchester United

Fransa'nın iri kıyım savunma oyuncusu Blanc, seyyah bir futbolcu olarak tanınsa da gittiği hiçbir takımda kadroya girme sıkıntısı çekmedi. Fransa'da birçok takımın formasını giydikten sonra kısa bir İspanya ve İtalya macerası yaşadı, ardından Jaap Stam'ın halefi olarak Manchester United forması giydi.

Özelliker Marseille forması altında bir sezonda 11 gol atması şöhretine şöhret kattı. United forması altında acımasız eleştirilere maruz kalsa da (Blackburn, Liverpool, Arsenal, Newcastle, Chelsea yenilgileri ile taraftara ve basına ilham kaynağı oldu) Premier League şampiyonluğunu da tattı.

Emekliliğinin ardından Bordeux'un başına geçti. Boreaux'a "üst üste galibiyet rakoru"nu kırdırdıktan sonra 2009 yılında Federasyon, Lig ve Şampiyonluk kupalarını kazandı.

Bu yaz yaşanan Domanech faciasının ardından ise geçtiğimiz haftalarda Fransa Milli Takımı'nın teknik direktörlüğüne atandı.



Dwight Yorke
Doğum tarihi / Yeri: 1971/Canaan [Trinidad ve Tobago]
Kariyeri:
1989-1998 - Aston Villa
1998-2002 - Manchester United
2002-2004 - Blackburn Rovers
2004-2005 - Birmingham City
2005-2006 - Sydney FC
2006-2009 - Sunderland

Andy Cole ile olan birlikteliği dillere destan olan bu küçük ülkenin büyük kahramanı, Aston Villa formasını 9 yıl terlettikten sonra devre arasında tartışmalı bir şekilde Manchester United'a transfer oldu.

Manchester United'ta Andy Cole ile buluştu ve üç sene üst üste şampiyon olan ekibin iki sene boyunca en golcü ismi oldu. Destansı 1999 finalinde de sahada olan Yorke takımdaki üçüncü sezonunda Fergie'nin hışmına uğradı ve Blackburn'e satıldı. Daha sonrasında eski günlerine dönemeyen Yorke bir ara Avustralya'ya gitse de kariyerine Premier League'de kırmızı beyazlı forma içinde nokta koydu.

Ülkesinde adını taşıyan bir stadyum da bulunan Yorke, milli takımında yardımcı antrenörlük yapmakta.



Marco Delvecchio
Doğum tarihi / Yeri: 1973/Milano [İtalya]
Kariyeri:
1991-1992 - Internazionale
1992-1993 - Venezia
1993-1994 - Udinese
1994-1995 - Internazionale
1995-2005 - Roma
2005-2005 - Brescia
2005-2006 - Parma
2006-2007 - Ascoli
2008-2009 - Pescatori [Yerel Lig]
2009-.. - Baia Mare [Romanya]

Roma'yı şampiyonluğa taşıyan kadroda kendine yer bulan ve 10 yıl boyunca turuncu forma giyen Delveccio, tüm yeteneklerine rağmen asla büyük bir dünya yıldızı olamadı. 2005'te sona eren Roma yıllarının ardından her geçen gün zayıfladı, takım takım gezdi. 2008 yılında yerel liglerde bile boy gösterdi. Şimdi Romanya 2. ligi'nde forma giyiyor.



Dan Petrescu
Doğum tarihi / Yeri: 1967/Bükreş [Romanya]
Kariyeri:
1985-1991 - Steaua Bükreş
1991-1993 - Foggia
1993-1994 - Genoa
1994-1995 - Sheffield Wednesday
1995-2000 - Chelsea
2000-2001 - Bradford City
2001-2002 - Southampton
2002-2003 - National Bükreş

Romanya'nın Hagi'li, Popescu'lu, Dimitrescu'lu, Raducioiu'lu kadrosunda savunmanın bel kemiği idi. Romanya'da yıldızı parladıktan sonra İtalya'ya oradan da İngiltere'ye adım attı. En parlak yıllarını maviler içinde Londra'da geçiren Petrescu, ilerleyen yaşıyla birlikte önce daha küçük takımlara transfer oldu, ardındansa ülkesine dönüp emekli oldu.

Emekliliğinin ardından teknik direktörlük yapan Petrescu Rapid Bükreş, Sportul ve Wisla Krakow'un ardından Unirea'nın başına geçti. Unirea'ya tarihinin ilk kupa finalini oynatan, ardından da Lig şampiyonluğunu yaşatan Petrescu takımını Şampiyonlar Ligi'nde de oynattı ve bir üst tura çıkarttı. (Liverpool’a kök söktürdükleri ve Rangers'ı evinde 4-1 yendikleri maçlar hala gözümün önündedir.)

2009 yılında Unirea'dan ayrılan Petrescu, şu anda Rusya'da ve Kuban'ın başında görev yapmakta..


Darren Anderton 
Doğum tarihi / Yeri: 1972/Southampton [İngiltere]
Kariyeri:
1990-1992 - Portsmouth
1992-2004 - Tottenham Hotspur
2004-2005 - Birmingham City
2005-2006 - Wolves
2006-2008 - Bournemouth

Vaktinde birçok kişinin David Beckham ile kıyasladığı bu efendi orta saha oyuncusu, en formda günlerini maalesef hastane köşelerinde harcadı. Bunun bedeli ise her zaman verimli bir oyuncu olarak bilinmesine rağmen hiçbir büyük kupa kazanamaması oldu. Premier Lig tarihinde 500'e yakın maçta görev alan ve milli formayı da 30 kez giyen "sicknote", kariyerinin çoğunu Tottenham Hotspur'da geçirdi.

Bournemouth'a transfer olduktan sonra "ikinci ligde oynayacağımı hiç düşünmemiştim, ama geldim gördüm ki buradaki insanlar da futbol oynuyor," demesi ise hem çektiği acıyı ve özlemi hem de futbola olan aşkını gösterir nitelikte.

Bu güzel insanın 2008 yılındaki son maçına ve 88. dakikadaki golüne ilişkin haber: (okumanızı gerçekten öneririm)
http://news.bbc.co.uk/sport2/hi/football/7769837.stm

Anderton ara ara televizyonlarda boy gösterse de henüz takım elbise giymiş değil.


Robert Prosinecki
Doğum tarihi / Yeri: 1969/Schwenningen [Almanya]
Kariyeri:
1986-1987 - Dinamo Zagreb
1987-1991 - Kızılyıldız
1991-1994 - Real Madrid
1994-1995 - Ovideo
1995-1996 - Barcelona
1996-1997 - Sevilla
1997-2000 - Crotia Zagreb
2000-2000 - Hrvatski Dragovoljac
2001-2001 - Standard Liege
2001-2002 - Portsmouth
2002-2003 - Olimpija
2003-2004 - NK Zagreb


Bir dönem izlemeye doyamadığımız Hırvatistan'ının beyniydi. Almanya'da doğmuş olmasına rağmen ailesi Slav'dı ve futbola Hırvatistan'da başladı. Kızılyıldız'da yeteneği keşfedildi ve İspanya'nın yolunu tuttu. Real'de geçen 3 yılın ardından performansı düştü ve Ovideo'ya satıldı. Orada yeniden doğdu ve Barça'ya gitti. Yine olmadı, bir süre ülkesine döndü. Oradan İngiltere ve tekrar Hırvatistan derken 2004 yılında emekli oldu.

İngiltere'de sadece 1 sezon geçirmiş olmasına rağmen Pompey taraftarının gönülden bağlı olduğu Prosinecki, 2006 yılından bu yana ülkesinin milli takımında yardımcı antrenörlük yapmakta.



Ebbe Sand
Doğum tarihi / Yeri: 1972/Hadsund [Danimarka]
Kariyeri:
1992-1999 - Brondby
1999-2006 - Schalke 04


Her zaman beğenilen ama bir türlü beklenen kırılmayı yapamayan Sand, kariyerinde sadece 2 takımda oynadı. Forvet olmasına rağmen golcülüğünden ziyade hep fizik gücüyle öne çıktı. Son yılında Schalke'de kaptanlık yaptı.

2006 yılındaki emekliliğinin ardından futboldan kopmadı. Şimdi, Danimarka Milli Takımı'nın koç kadrosunda yer alıyor ve oyuncuların zihinsel hazırlığından sorumlu. Bununla birlikte Midtjyllands'ın genç yeteneklerini de çalıştıran Sand, Danimarka televizyonlarında yorumculuk da yapmakta.

19 Tem 2010

Futbolun şövalyesi..

Meşhur sakızı ve nadir görülen neşeli gülümsemesiyle Sir Fergie..
1941 yılında doğan bir adam. İskoçya'nın birçok takımında forma giymiş bir golcü. Teknik direktör olarak gittiği her takımı bir üst seviyeye taşımayı başaran bir teknik direktör. Bir üstat.. Bir kurt.. Dahası, bir şövalye..

Oyunculuk kariyerine İskoçya'da başlayan, kariyerini Rangers forması ile taçlandıran Ferguson, yeşil zeminde arkadaşlarını sırtlayan içinde otoriter bir lider olarak tanındı. İskoçya'da transfer rekorunu kırmasından sadece birkaç sene sonra, 33 yaşında emekli oldu ve takım elbise giydi.

Başına geçtiği ilk takım olan East Stirlingshire'da elinden geleni yaptı. Takım tekrar kazanmaya başlayıp rotasını yukarıya çevirdiğinde St. Mirren'e transfer oldu. St. Mirren'i bir üst lige çıkardı ve hemen ardından Aberdeen'e geçti.

St. Mirren'den Aberdeen'e yaptığı geçiş tartışmalı oldu. Teorik olarak kovulmuştu. St. Mirren başkanı Ferguson'u takımlarını satmakla ve el altından Aberdeen ile anlaşmakla suçlayıp görevine son vermişti. (Ki, Fergie'nin kariyeri boyunca kovulduğu tek takım St. Mirren’dir.)

Aberdeen'deki ilk sezonunda Celtic ve Rangers'ı geçerek lig şampiyonu oldu. Ertesi sene lig kupasını aldı. Kulübün başındaki 3. senesinde ise Kupa Galipleri Kupası'nı (finalde Real Madrid'i 2-1 yenerek) İskoçya'ya getirdi. (Aynı sezon lig şampiyonu ve lig kupasının sahibi de Aberdeen oldu.)

Aberdeen'i baştan yaratan Ferguson için sıraya giren takımlar arasında Manchester United da vardı. 1986 yılında, takım küme düşme potasındayken teklif götürdükleri Ferguson teklifi kabul etti ve "The Cliff" e ilk adımını attı.

Sonrası zaten belli.. Önce "United" bir Mancehster United, sonra bir bir yeşeren gençler.. Zamanla yakalanan istikrar.. Geç de olsa gelen şampiyonluk ve ardından çorap söküğü gibi gelen başarılar.. Şampiyonluklar.. Kupalar..

O, bir teknik direktörden daha fazlası.. O, Britanya topraklarına ayak basmış en büyük futbol adamı.

O, dünyaya Ryan Giggs'i, David Beckham'ı, Paul Scholes'u, Neville kardeşleri armağan eden adam. O, elindeki malzemeyle her zaman en iyisini yapan, Brown'la, Chadwick'le, Fletcher'la, O'shea ile şampiyonluklara koşan adam.

Onun yarattığı adamlar uzun yıllar büyük bir istikrarla top koşturabiliyor. Yuvadan uçanlar evlerini özlüyor, formlarını kaybediyor, hatta bazıları futbol sahnesinden siliniyor.

O, dünyanın zirvesindeki David Beckham'ın kaşını açıp devre arasında oyundan alarak bir daha taraftarının önüne çıkmasına izin vermeyerek takımdan gönderecek kadar acımasız, en büyük rakiplerinden biri olan Mourinho'nun arkasından "onu özlüyorum" diyebilecek kadar dürüst bir adam.

O, Jaap Stam'ı göndermesinin ve ardından Laurent Blanc’ı savunma bloğunun ortasına oturtmaktan duyduğu pişmanlığı gizlemeyecek kadar olgun, sevmediği yorumlara yer verdiği için BBC'ye ambargo koyabilecek kadar huysuz bir adam..

Beckam olayı sonrasında gazetecilere "o kramponu tekmeleyerek David'in kaşını yarabilecek olsaydım takımda serbest vuruşları ben kullanırdım," diyen de o, "Futbol istatistikleri mini eteğe benzer. Birçok şeyi gösterir ancak asıl merak edileni göstermez," diyen de..

Cristiano Ronaldo'yu 1 sene boyunca zorla oynatan da o, haftalığı 40 pounda çalışırken elinde megafonla takımının maçına taraftar toplamaya çalışan da..

O, en alttan tırnaklarıyla kazıya kazıya dünyanın zirvesine çıkmış ve krallığını ilan etmiş bir şövalye..

Her sene korkutuyor beni.. Glazer geldi, “gidiyorum,” dedi hopladım. “Yaşlandım, gidiyorum,” dedi hopladım. “Kariyerimi Cafu futbolu bırakınca bitireceğim,” dedi hopladım.. Manchester United taraftarı olmamama rağmen seviyorum bu adamı, futbolunu ve takımını izlemeyi.

Otoriteni, zaman zaman küstahlığa varan demeçlerini ve ağzındaki nal kadar sakızını seviyoruz hocam! Sen gittikten sonra Premier League asla eskisi gibi olmayacak!

Not: Hayatını anlattığı kitap “Managing My Life”.. Bayinizden ısrarla isteyiniz..

Şimdi Neredeler -Kısım V-

Steve McManaman
Doğum tarihi ve yeri: 1972/Liverpool [İngiltere]
Kariyeri:
1990-1999 - Liverpool
1999-2003 - Real Madrid
2003-2005 - Manchester City

Everton taraftarı genç bir maratoncu iken 1990 yılında Daglish tarafından transfer edildi. 1999 yılında, Liverpool ile istediği başarıları yakalayamayacağını ve yurt dışında oynamak istediğini açıkladı. Takımın kaptanı olmasına rağmen Liverpool transfere izin verdi ve Guus Hiddink’in teklifini kabul ederek Real Madrid’e imza attı. Liverpool’dan Madrid’e taşınmasına herkes şüpheyle yaklaştı ama o İngiltere dışında büyük bir Avrupa Kupası kazanan ilk İngiliz futbolcu oldu.

İspanya’da kötü oynamamasına rağmen Figo başta olmak üzere yapılan “galaktik” transferler yüzünden satış listesine konuldu. Buna rağmen takımdaki yerini korudu. Ronaldo geldi, Zidane geldi, daha da az süre almaya başladı ve nihayet 2003 yılında Fowler’ı da kadrosunda bulunduran City’ye transfer oldu. 2005 yılında ise emekliliğini açıkladı.

Şimdilerde televizyonlarda yorumculuk yapıyor. Santiago Munez’in hikayesini anlatan “Goal! 2”nin yapımcıları arasında da yer aldığını biliyoruz..

Rui Costa
Doğum tarihi ve yeri: 1972/Lizbon [Portekiz]
Kariyeri:
1990-1994 - Benfica
1994-2001 - Fiorentina
2001-2006 - AC Milan
2006-2008 - Benfica

Fatih Terim'in Fiorentina'dan AC Milan'a transfer olurken yanında getirdiği Rui Manuel Cesar Costa, Fiorentina'daki üstün performansını Milano'da da uzun yıllar sürdürdü. AC Milan forması ile bir Serie A, bir de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşadı. Portekiz Milli Takımı ile 2000 ve 2004 yıllarında Avrupa Şampiyonası’nda bir yarı final bir de final oynadı.

2008 yılında, kariyerine başladığı takımda emekli oldu ve hemen ardından futbol direktörü olarak atandı. Çıkardığı iş ise ortada.. 2009-2010 sezonu şampiyonu Benfica..

Pavel Kuka
Doğum tarihi ve yeri: 1968/Prag [Çek Cumhuriyeti]
Kariyeri:
1987-1989 - Ruda
1989-1993 - Slavia Prag
1994-1998 - Kaiserslautern
1998-1999 - Nuremberg
1999-2000 - Stuttgart
2000-2005 - Slavia Prag
2005-2005 - Marila Votice

EURO 96’da fırtınalar estiren Çek Cumhuriyeti’nin forveti idi. Thomas Skuhravy’nin sakatlığı yüzünden ilk 11’den hiç düşmedi. Kariyeri boyunca ülkesinde ve Almanya’da top koşturdu, Kaiserslautern ile bir Bundesliga şampiyonluğu yaşadı.

Emekliliğinin ardından kısa bir süre teknik direktörlük, ardından oyuncu menajerliği yaptı. Şimdilerde Viktoria Zizkov takımında yönetici olarak çalışıyor.

Mustapha Hadji
Doğum tarihi ve yeri: 1971/Ifrane [Fas]
Kariyeri:
1991-1996 - Nancy
1996-1997 - Sporting Lizbon
1997-1999 - Deportivo La Coruna
1999-2001 - Coventry City
2001-2004 - Aston Villa
2004-2004 - Espanyol
2004-2005 - Al Ain [B.A.E.]
2005-2007 - Saarbrücken [Almanya]
2007-…- Fola Esch [Lüksemburg]

Bana Faslı bir oyuncu söyleyin desem alacağım cevabı biliyorum. Fas’ın yetiştirdiği en yetenekli oyunculardan biri olan Hadji, İspanya macerasının ardından giydiği gök mavi forma ile şöhrete kavuştu. Enfes pasları ve neredeyse sonsuz yaratıcılığı ile Premier League’de tutunmayı başardı. Coventry yıllarının ardından Villa’da göreli olarak kötü sezonlar geçirdi. Düşüşe geçtiği andan itibaren ise sık sık takım değiştirdi.

Kardeşi ve oğlu Nancy forması giyen Hadji, halen Lüksemburg Ligi’nde top koşturuyor.

Marcelo Salas
Doğum tarihi ve yeri: 1974/Temuco [Şili]
Kariyeri:
1993-1996 - Universidad de Chile
1996-1998 - River Plate
1998-2001 - Lazio
2001-2003 - Juventus
2003-2005 - River Plate
2005-2008 - Universidad de Chile

Ivan Zamorano ile milli takımda oluşturdukları ikili Şili’yi bir üst seviyeye çıkardı. Şili ve Arjantin’de gösterdiği performans ise ona çizme yolunu açtı ve Lazio ile sözleşme imzaladı. Ruya gibi geçen 3 sezonun ardından Lazio ile bir Serie A şampiyonluğu, bir İtalya Kupası, bir İtalya Süper Kupası, bir Kupa Galipleri Kupası ve bir Süper Kupa kazandı. Juventus’a transferinin ardından ise sakatlıklardan kurtulamadı. River’a kiralandı, 2005 yılında ülkesine ve doğduğu takıma geri döndü.

Şimdilerde Union Temuco adında bir kulübü var.

Christophe Dugarry
Doğum tarihi ve yeri: 1972/Lormont [Fransa]
Kariyeri:
1988-1996 - Bordeaux
1996-1997 - AC Milan
1997-2008 - Barcelona
1998-2000 - Marseille
2000-2003 - Bordeaux
2003-2004 - Birmingham City
2004-2005 - Quatar FC

Fransa’nın altın neslinin hücum kanadı idi. Kariyeri beklendiği kadar parlak olmasa da oynadığı takımlar hep kalburüstü takımlar oldu. Ülkesinde başarılı olan ancak yurt dışına çıkınca tutunamayan ve kariyerini Arabistan’da bitiren futbolcular” listesinin önde gelen isimlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı.

Luis Enrique
Doğum tarihi ve yeri: 1970/Gijon [İspanya]
Kariyeri:
1989-1991 - Sporting Gijon
1991-1996 - Real Madrid
1996-2004 - Barcelona

FM (o yıllardaki adıyla CM) oyuncularının çok iyi bildiği [DRLC, DMRL, AMRLC, FC, SC] Enrique, kariyerine doğduğu yerde başladı. Ardından Real Madrid’e imza attı ve 1996 yılında kontratının sona ermesinin ardından Barcelona’ya transfer oldu.

Sahanın her yerinde görev alabilen, lider ruhlu (ki Barcelona’nın kaptanı idi) (Real Madrid’de transfer edilip Barca’da kaptanlık yapan başka bir oyuncu var mı bilmiyorum), hırslı, kuvvetli ve orta saha oyuncusu standartlarına göre “leblebi gibi” gol atan Enrique 2004 yılında futbolu bıraktı. Emekli olduğunu açıkladığında milli takım seviyesinde üçü dünya kupası olmak üzere 5 büyük turnuvaya katılmıştı.

2004-2008 yılları arasında Avustralya’da yaşadı ve sörfte ustalaşarak uluslararası başarılara imza attı. 2008 yılında takım arkadaşı Pep Guardiola’nın çağrısı üzerine evine döndü ve Barcelona B takımının başına geçti. Halen görevinin başında.

16 Tem 2010

Futbol düşmanları ve cinsleri..


Zafere ulaşmak adına her yol mubah mıdır?

Rakibin hücumunu kesmek, taraftarı çıldırtıp hakemi baskı altına almak, haksız bir serbest vuruş ya da penaltı kazanmak ve hatta rakibini oyundan attırmak için 3 yaşında çocuğun yapmayacağı işleri yapan haysiyetsizleri kastediyorum.

Bir dönem, futbolun güzelliği adına teknik kapasitesi yüksek oyuncuların hakemler tarafından korunması eğilimi vardı. O oyunculara dokunmak neredeyse yasaktı. İş yavaş yavaş çığırından çıktı.. Önce, hemen her pozisyonun ardından çimler üzerine yığılan futbolcuların sayısı arttı. İtalya Milli Takımı’nın bu konuda çalışma yaptığı bile iddia edildi, komik filmler çekildi. Sonra bu futbol düşmanları boyut değiştirdi, olmayan “darbeler”in ardınan çimler üzerinde can çekişmeye başladı.

Bu yola başvuran sayısız oyuncu var ve maalesef sayıları her geçen gün artıyor. Didier Drogba, Robbie Savage, El Hadji Diouf ve hatta Wayne Rooney gibi üstün fizikli isimler bile zorlandıklarında kendilerini yere bırakıveriyor. Bunların bir de üst modelleri var elbette. 2003 yılında, Mondragon’un Olympiakos maçında imza attığı rezalet ve 2002 yazında yaşadığımız Rivaldo komedisi aklıma ilk gelenler.. Filippo Inzaghi ve Kader Keita’yı da unutmamak gerek elbette..

Kabaca bir sınıflandırma yapalım:
  • Penaltı Avcısı: Bu adamlar ceza sahasına tek bir amaçla girer.. Amaç elbette gol atmak değildir. “Ulen şu herif bi yanaşsa da bırakıversem kendimi” modelidir. Kornerlerde de sahne alır. Topa ya da kaleye bakmazlar. Hedef bellidir.
  • Hava Topu Seven: Bu adamlar genelde kafa topu mücadelelerinin ardından yerde kalır. Ara sıra penaltı kazandırdıkları olsa da genel itibariyle verimsiz bir modeldir.
  • Dolby 3D Modeli: Bu cins sahtekarlar genellikle kenar çizgilerinde görülür. Mikrofonlara yakın bir yerde “huaaağğğ!” diye yığılıverirler.. Taraftarı celallendirmek ana amaçlarıdır. Güçlü ses efektleriyle hakemler üzerinde etkilidir.
  • Asker: Takımı dara düştüğüne yere yığılan modeldir. Genellikle küçük takımlarda rastlanır. 75. Dakikadan sonra iki ayağının üstünde durduğu nadirdir. İnsanı çileden çıkartır.
  • Zeka Kübü: Taktik gereği yığılır. Yer ve zaman tamamen teknik direktör tarafından belirlenir. Rakibin hücumunu keser, “centilmenlik” gereği topun taca gönderilmesini sağlar.. Doğru zamanda ve doğru yerde devreye koyulurlarsa son derece etkili olur.
  • Hollywood Kaçkını: Kelimeler yetmez. En yetenekli sahtekardır.. Herhangi bir darbe almamalarına rağmen çırpınır, bağırır, debelenir, çimleri yolar. Rakibini attırmak için elinden geleni yapar. Arada hakemi de kesmeyi ihmal etmez. Kader Keita en canlı örneğidir. 5 dakika önce saha içinde can çekişen ebesiymiş gibi soğutucu spreyi yer yemez hiçbir şey olmamış gibi oyununa devam eder.
  • Amatör: Bu işi pek sık yapmayan modeldir. Genellikle “ya tutarsa” diye salıverir kendisini.. Macera, çoğunlukla sarı kart ile sona erer.
  • Son Düdükçü: sadece 90+ larda yere atlarlar. Maç bitene kadar da kalkmazkar. Deplasman maçlarında, soyunma odasına en hızlı kaçan, yine ta kendisidir.
  • Canı Sıkılan: Bu modelin yere atlamak için hiçbir sebebe ihtiyacı yoktur. Sadece futbol vandalıdır. Amacı oyunu bozmaktır. Çimen kokusunu sevdiklerinden şüpheleniyorum.
  • Korkutan: Yere yığılmalarının ardından hareketsiz kalırlar. Böylelikle küfür yemekten de kurtulurlar. Nadir bulunan bir modeldir..

Önceden gülüp geçerdim bu adamlara, şimdi ise öfkeleniyorum.. Sahada canla başla mücadele eden futbolcular görmek istiyorum ben.. Roy Keane'leri, Duncan Ferguson'ları, Lilian Thuram'ları, göğüs kafesine tekme yiyip maça devam eden Xabi Alonso'ları istiyorum!

FUTBOLU ÖLDÜRMEYİN ARKADAŞIM! Çarşı’nın tabiriyle, “SAHAYA ÇIKIN ADAM GİBİ OYNAYIN!”

Yakışıyor mu sizin gibi milyonluk adamlara? Gençlere böyle mi ilham vereceksiniz? Böyle mi ilah olacaksınız? Hiç mi içiniz sızlamaz??